Yazıyı okumaya başlamadan önce biraz durup aşağıdaki soruların üzerine düşünmenizi istiyorum.
(Biraz düşünün ve bunları bir kenara not edin. Yazının tamamını okuduğunuzda yeniden bu sorulara dönüp, yazılanların ışığında cevaplarınızı gözden geçirebilirsiniz)
Sağlıksız ve fazla yeme alışkanlığımız sonucu, sadece fazla kilolar olmaz. Yediğimiz yiyecekler mide, bağırsak, safra kesesi rahatsızlıklarına neden olur; tansiyon ve kalp hastalıkları, diyabet riskini arttırır ve daha birçok rahatsızlığa davetiye çıkartır.
Bunları bildiğimiz halde neden kendimizi ihtiyacımız olmayan zamanlarda, ihtiyacımız olmayan miktarlarda yemekten alıkoyamıyoruz ?
Cevap : Yeme davranışı, sadece acıkmamız sonucu oluşan bedensel ihtiyacımızı karşılamak değil; zihinsel, duygusal ve sosyal boyutu olan daha kompleks bir durumdur.
Bu sebeple, sağlıklı yeme alışkanlığını kişiye kazandırabilmek için, daha bütünsel bir yaklaşımla konuyu ele almak gerekiyor. Yani kişinin yaşamındaki yemeğin anlamına, şimdiye kadar getirmiş olduğu öğrenmelere, zihnindeki yemeğe dair kodlamalara ve yemek yemenin kişide ortaya çıkardığı duygulara bakarak, sosyal yaşamını da bu bilgilerin ışığında yeniden düzenlemek gerekiyor. Aksi halde verilen beslenme listeleri ve diğer müdahaleler, sadece dışarıdan içeriye bir değişimi teşvik etmiş olup, alttaki çözülmemiş psikolojik dinamiklerin etkisiyle kişinin yeniden başladığı yere dönmesi demek oluyor.
Çok kararlı başlasak da içten içe başaramayacağımızı hissettiğimiz, pazartesi başlayıp hafta sonuna kadar bile gelemediğimiz, yapılan ikramlara karşı koyamama sonucu bozduğumuz diyetler; yazın verilip kışın alınan kilolar; cips, tatlı, hamur işi, vb… gördüğümüzde kendimizi kaybedişimiz, onlar yokken hayatın tadı tuzu yokmuş gibi hissetmemiz ve sanki istediğimiz forma hiç kavuşamayacakmışız gibi bir karamsarlığa düşmemiz tam da bu sebepten !
Bunlar size tanıdık geliyor mu ?
Haydi o zaman, hikaye nasıl başladı, nasıl gelişti biraz ona bakalım !
İnsan dünyaya ilk geldiğinde, dünyayla olan teması yemek ve bakım verenin ilgisi, yakınlığı üzerindendir. Bunun üzerinden güveni ve sevgiyi deneyimler. Eğer bu konuda bir sorun yaşanırsa kişi güven ve sevgi noktasında bir eksiklik hissederse ki, burada çok hassas dengeler söz konusudur, kişi ileriki yaşamında bu tamamlanmamışlığın yarattığı boşlukla hayatına devam eder. Hayatındaki ilişkilerde ve hayata olan yaklaşımında sevgiyi almada, vermede, kendini değerli hissetmede, insanlara ve kendine olan güveninde problem yaşar. Kendiyle ve çevresiyle sağlıklı bağ kuramaz. Bu da kişiyi yaşamda tedirgin ve mutsuz kılar.
Yetişkinlik hayatına doğru ilerlerken yaşam stresleriyle baş etmede etkili yollar geliştiremeyen birey, en kolay stresi bastırma şekli olarak yemek yemeyi tercih edebilir. Artık mutfak ve buzdolabı kişinin çok da kolay ulaşabildiği bir mutluluk kaynağıdır. Bazen öfkesini bastırmak için gider o mutfağa, bazense eksikliğini hissettiği sevgiyi tamamlamak, ya da kendisini güvende hissetmek için. Geçici de olsa, yemek bilinçaltı düzeyde o kişi için iyi hissetmekle eşdeğerdir. Çünkü yemek bebeklikten itibaren bildiğimiz en eski sevgi ve ilgi sembolüdür. Artı büyürken yemek yiyen, anne babayı zorlamayan çocuk takdir görür. Böylece kişi için aynı zamanda bir onay görme kaynağıdır yemek.
Stres seviyesi arttıkça kişi, kendisini sosyal hayattan izole etmeye başlar ve evde daha fazla vakit geçirerek yemeğe daha çok yönelir. Yedikçe ve kilo aldıkça stresi artar. Artık bir kısır döngünün içindedir. Ya stresle baş etmek ve yaşadığı duygusal sorunları çözümlemek için yeni bir yol bulacak, ya da bu döngünün içerisinde stres ve kilo artışıyla devem ediyor olacaktır.
Kişi büyürken birçok yeni şey öğrenir ve beslenme tutumları da bu öğrendiği konulardan birisidir. Yetişmiş olduğu aile ve çevrenin beslenmeye karşı olan tutumunu ve alışkanlıklarını kopyalar . Çocukları mutlu etmek için verilen şeker, çikolata, vb… sağlıksız gıdalarla çocuk, yemeye ayrı bir anlam yükler. Sevdiğimiz besinleri yemek ve mutlu olmak, beynin ödül sistemini devreye sokar ve bu besinleri aldığımızda yaşadığımız haz duygusu ile yeniden bu besinlere yönelme ihtimalimiz artar. Kişinin şansı varsa sağlıklı beslenme bilinci olan bir ailede yetişir. Burada öğrendiği tutumlar, kişinin besine yönelik olan kodlarıdır ve zihinsel seviyede yemeyle ilişkisini belirler.
Tabi ki büyüme esnasında biz bu öğrenmelerin ve kodlamaların farkında olmuyoruz. Tekrarlana tekrarlana bizim kalıp davranışlarımız haline geliyorlar ve sanki böyle doğmuşuz gibi bir hisse bürünüyoruz. Oysa gerçek öyle değil. Biz bu davranışları zaman içerisinde öğrendik ve sonuçları şu anki bizi oluşturdu. Eğer bu sonuçtan memnun değilsek, yeni öğrenmelerle, bizi beslenme konusunda daha avantajlı kılacak bir düşünce ve davranış sistemini zaman içerisinde kendimize kazandırabilir; besinle olan ilişkimizi değiştirebiliriz.
Bunu nasıl mı yapacağız ?
İşte çözüm !
( Bu maddelerin detaylarına sonraki yazılarımda değineceğim)
Görüyoruz ki beslenme alışkanlıklarımız ve psikolojimiz, karşılıklı birbirini etkileyen ve birbirinden ayrı düşünemeyeceğimiz bir sistem. Dolayısıyla kilo kontrolü ve sağlıklı beslenme alışkanlığımızı kazanma aşamasında, bir diyetisyen ve yeme davranışıyla çalışan (psikodiyet uzmanı) bir psikologla eş zamanlı görüşüyor olmak, kişinin daha bütünsel, derinden ve kalıcı bir çözüme kavuşmasını sağlar.
Yani kişi böylece sağlıklı ve fit bir bedene kavuşmakla kalmaz, hayatın her alanında bir iyilik hali yaşar!